DÜNYA TARİHİ BAĞLAMINDA TÜRK TARİHİNİ YENİDEN KURGULAMAK |
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, “Sümerler Türktür” derken, bu kitaptan esinlenmişti. Ancak acaba Sümerler’in Türklüğünü başka delillerle de kuvvetlendirmek mümkün olabilir miydi? O dönemden bugüne kadar yapılan çalışmalar gerek filolojik, gerek antropolojik ve gerekse teolojik açılardan Sümerler’in Türklüğüne şüphe bırakmamıştır. Çünkü yapılan antropolojik araştırmalar, Sümerler’in Türkler gibi orta boylu ve yuvarlak kafalı bir kavim olduklarını ortaya koyduğu gibi, arkeolojik eserler üzerinde de onlar yuvarlak kafalı, orta boylu ve geniş omuzlu olarak tasvir edilmişlerdir. Çok tanrılı bir din sistemine sahip olan Sümerler’de üç büyük tanrı ön plâna çıkmaktadır. Bunlar; Anu, Enlil ve Ea’dır. Bu üç büyük tanrıdan Anu, Gök Tanrı’dır. Sümerler en çok bu tanrıya rağbet etmişler ve ona daha yakın olabilmek için yüksek tepeler üzerinde onun adına mabetler inşa etmişlerdir. Unutmayalım ki, Türkler de İslâmiyet öncesinde Gök Tanrı’ya taparlardı. Bütün bunlar bir yana, onlar iklimi sıcak bir bölgede yaşamalarına rağmen, eski bir alışkanlığın devamı olarak koyun yününden yapılmış elbiseler giyiyorlardı. Bu durum, Sümerler’in iklimi sert ve yüksek bir memleketten gelmiş olduklarına işaret eder ki, bu memleket de, hiç şüphesiz Orta Asya idi.
Sümerler, MÖ. 3500’lerden 2500’lere kadar uzanan yaklaşık bin yıllık zaman dilimi içerisinde çok şeyler yaptılar ama bir şeyi yapamadılar: Şartlar son derece müsait olmasına rağmen merkezî anlamda büyük bir devlet kuramadılar. Birbirine rakip şehir devletleri halinde yaşamayı tercih ettiler. MÖ. 2500’lerden itibaren Mezopotamya toprakları yeni bir kavimle tanıştı. Bu kavim, Arabistan çöllerinden gelen Sami orijinli Akkad kavmi idi. Bugünkü Arapların en eski ataları olarak kabul edilen Akkadlar, çok geçmeden Sümerler’in yapamadığını yaptılar ve tüm Mezopotamya kentlerini egemenlikleri altına alarak merkezî bir devlet kurdular. MÖ. 2350–2150 yılları arasına tarihlenen bu devlet, dünya tarihinin bilinen ilk sömürgeci imparatorluğudur. Çünkü Akkadlar, devletlerini kurduktan az sonra Mezopotamya toprakları kendilerine yetmediği için, komşu ülkeleri istilâ etmeye başlamışlardı. İstilâya uğrayan ülkelerden biri de Anadolu idi. Akkad imparatorlarından Naram-Sin’e ait Şartamhari metinlerinde, adı geçen kralın, MÖ. 2200’lerde Sedir ormanlarını (Amanoslar) ve Gümüş dağlarını (Toroslar) aşarak Anadolu’ya girdiği ve Hatti kralı Pampa’nın liderliğindeki 17 şehir kralının oluşturduğu koalisyona karşı savaştığı anlatılır. Şartamhari metinlerinin Hattuşaş arşivinde ele geçirilen kopyasının (KBo III, 13) ilk 7 satırı kırık olup, 8. satırdan itibaren, metin şöyle devam etmektedir: 8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler. 9. GUŞUA kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu 10. Uluwi (Ullama) kralı Lupanailu, sonra …kralı …inmipailu 11. Hatti kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani, …kralı Nur-Dagan 12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki 13. Armanu kralı Mudakina, Sedir dağları kralı İşgippu 14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda 15. Türkî kralı İlşu-Nail, Kurşaura kralı Tişkinki 16. Toplam 17 kral, ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum. 17. Hurilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (tanrılara) şarap takdim ettim. 18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavemet etmedi. Metnin çok bozuk olan arka yüzünde, geceleyin düşman karargâhına bir baskın yapıldığı ve onların yenilgiye uğratıldığı anlatılmakta, alınan ganimetlerden eksik cümleler halinde bahsedilmektedir. Görülüyor ki bu metin, Anadolu kökenli olmamakla beraber, Anadolu hakkında bilgi veren en eski yazılı vesikadır. Bu metinden anlaşıldığı kadarıyla, MÖ. 3. Binyılın sonlarında Anadolu’da büyük bir devlet yoktu. Ancak her şehirde küçük bir krallık hüküm sürüyordu. Aralarında hakimiyet mücadelesi yaptıklarına şüphe olamayan bu şehir devletleri, dıştan gelen tehlikeler karşısında, içlerindeki en güçlü şehir kralının liderliği altında birleşerek tek bir güç halinde mücadele etmesini de biliyorlardı. Gerçekten, bu vesikada da belirtildiği üzere, Akkad imparatoru Naram-sin, 17 Anadolu kralının oluşturduğu koalisyona karşı savaşmış ve onları mağlup etmişti. Bu krallardan biri de metnin 15. satırında geçen Türkî kralı İlşu-Nail’di. Burada geçen “Türkî” kelimesinin TÜRK olduğuna şüphe olmadığı gibi, İlşu-Nail ismi de kulağa pek yabancı gelmemektedir. Demek ki, günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’da değişik ırklardan muhtelif kavimler yaşamakta olup, bunlardan biri de Asya kökenli Türk kavmi idi. Öyle sanıyoruz ki, MÖ. 3500’lerde Sümer Türkleri Mezopotamya’ya yerleşirken, muhtemelen aynı tarihlerde Kafkaslar üzerinden gelen bir başka Türk kütlesi de Doğu Anadolu’ya yerleşerek burada bir şehir devleti vücuda getirmişti ki, bu, yukarıda adı geçen Türkî Krallığı idi. Ancak, MÖ. 4. ve 3. Binyıllarda Anadolu’da yazı mevcut olmadığı için, bunların yaşantıları hakkında yeterince bilgi edinemiyoruz. Bereket versin ki, yukarıda sözü edilen çivi yazılı metin (KBo III, 13), hiç değilse MÖ. 3. Binyılın son çeyreğinden itibaren Anadolu’nun siyasal yaşantısına, bu arada dolaylı olarak Anadolu’daki Türk varlığına da ışık tutmaktadır. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Anadolu, 26 Ağustos 1071’de kazanılan Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk yurdu olmuş değildir. Türkler, günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’ya yerleşerek, bu toprakları kendilerine yurt edinmişlerdir. Şu noktayı da özellikle vurgulamak istiyoruz: Biz eğer Anadolu’yu, Malazgirt Zaferi’nden sonra yurt edindiğimiz şeklindeki eski bilgileri durmadan tekrar eder ve binlerce yıldan beri bu toprakların bize ait olduğu gerçeğini görmezlikten gelirsek, Rumlar ve Ermeniler başta olmak üzere, pek çok Türk düşmanı ortaya çıkar ve bize: “Mademki siz Anadolu’ya sonradan geldiniz, o halde geldiğiniz yere (Türkistan/Orta Asya) defolup gidin” diyebilirler. Bu tür yanlışlıklara düşmemek için, tarihimizi çok iyi bilmemiz ve yeni araştırmaları mutlak surette gözden geçirmemiz gerekmektedir. |