ARKEOLOJİ


Çatalhöyük'te yeni bulgular



Fotoğraf: Şaika Kahvecioğlu

22 ülkeden 120 kişinin bir araya geldiği kazı ekibinde, İstanbul Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi'nden de birer grup yer alıyor. 15 Eylül 2009 tarihine kadar sürecek kazılarda, yeni keşfedilen yapıların içinde yer alan iyi korunmuş durumdaki 3 metrelik bir duvar kalıntısıyla, mezarlık bölgesinde bulunan yabani boğa boynuzları gibi yeni bulguların gün ışığına çıkarılması amaçlanıyor. Bu yılki çalışmalar kapsamında ayrıca, batı höyüğünde de kazılar yürütülüyor.


Çatalhöyük kazıları hakkında...


Londra Üniversitesi (UCL) ve Stanford Üniversitesi kökenli uluslararası bir ekip, 1993'ten bu yana, Kültür Bakanlığı'nın izni ve Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nün desteğiyle Çatalhöyük'te arkeolojik çalışmalar yürütüyor. Projenin ana sponsorluğunu Boeing ve Yapı Kredi Bankası üstlenirken, Shell ve Merko da sponsorlar arasında yer alıyor. Projeye ayrıca, Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü, Stanford Üniversitesi, Dünya Kültürel Mirası Fonu, Londra Üniversitesi (UCL), Türk Kültür Vakfı, Amerikan Elçiliği, Poznan Üniversitesi ve Polonya Kültür Mirası Konseyi mali katkı sağlıyor.

Devamını oku...
 
İtalyanların Ataları Türkler Miydi?


İtalyanların ataları Türkler miydi?Yoksa İtalyanlar aslen Türk mü?

Türklere 'barbar' diyen İtalyanların ataları Etrüskler'in DNA yapıları Türklerinkiyle yüzde 97 uyumlu çıktı. Sanat tarihçisi Haluk Tarcan ise çalışmaları ile alfabelerinin de Türk kökenli olduğunu kanıtladı.

Efsanelerdeki kurt
Etrüskler'in destanlarında dişi bozkurt R. Asena var. Türklerin Orta Asya'dan çıkış efsanesinde de kurt bulunur. Ölüler ilk kez İtalya'da Etrüsk döneminde yakılmaya başlandı. Bu da Türklerin ateş kültünde önemli yer tutar.

Haluk Tarcan
"Etrüskler'in DNA yapısından sonra, diliyle ve yazılarıyla da Türk oldukları ortaya çıktı. MÖ 8000'li yıllarda İtalya Alpleri'nden bu topraklara gelen Etrüskler'in Türk olduklarıyla ilgili herhangi bir şüphe kalmadı."


İtalyanların ataları Türkler miydi?

Türklere barbar diyen İtalyanlar şokta! Çünkü İtalyanların DNA'larının Türklerle yüzde 97 aynı özelliklere sahip olduğu kanıtlandı. Şimdi de İtalyanların ataları Etrüsklerin alfabelerinin Türkçe olduğu iddia ediliyor.

Türklerle İtalyanların gerek fiziksel, gerekse karakter özellikleriyle birbirlerine çok benzedikleri hep konuşulur. Hatta Akdenizli bu iki ülkenin insanları hiç tanışmasalar da 40 yıllık dost gibidir. İlginçtir ki, İtalyan bilim çevreleri de son yıllarda atalarının Türk olup olmadığı yolundaki tartışmalarla çalkalanıyor. Tartışmaların ortasında ise Ön Türkler sınıfında yer alan Etrüskler yer alıyor. İtalya'nın en eski kültürünü oluşturan Etrüskler'in, MÖ 1000 yıllarında Avusturya Alpleri'nden Siena, Napoli ve Roma'ya kadar indikleri biliniyor. Parlak bir uygarlık oluşturduktan sonra ise MÖ 3. yüzyılda tarih sahnesinden siliniyorlar. Floransa'dan Napoli'ye kadar olan bölgeye de Etrürya deniliyor. Bu bölgede yaşayanlar kendilerinin Etrüsk olduklarını söylerken, Etrüskler, tarihin en gizemli kavimlerinden biri olarak sayıldığından, kökenleri konusundaki tartışmaların sonu gelmek bilmiyordu.
Devamını oku...
 
DÜNYA TARİHİ BAĞLAMINDA TÜRK TARİHİNİ YENİDEN KURGULAMAK

 

Türk Tarihini Kurgulamak

Prof.Dr.Ekrem  MEMİŞ         


            Bilindiği gibi, tarih yazıyla başlar. Yazıyı keşfedenler ise Mezopotamya medeniyetinin temellerini atan Sümerler’dir. MÖ. ca. 3500’lerde Orta Asya’dan Mezopotamya’ya geldikleri anlaşılan Sümerler, yeni vatanlarında “emekte ve nimette müştereklik” esasına dayanan yeni bir rejim kurmuşlar, bu rejimin şartlarının zorlaması neticesinde de MÖ. 3200’lerde çivi yazısını icadetmişlerdi. Bu yazıyı icadedenlerin dili Ural-Altay dil grubuna giriyordu. Bir başka ifade ile Sümerce ile Türkçe akraba idi. Bu dil akrabalığına dikkat çeken ilk bilim adamı Alman filoloğu Fritz Hommel’dir. Adı geçen bilim adamı, 1915 yılında yayınladığı “Babylonien und Assyrien” adlı kitabında, tespit etmiş olduğu yaklaşık 400 kelimenin Türkçe ile benzerliğine dikkat çekiyordu.

            Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, “Sümerler Türktür” derken, bu kitaptan esinlenmişti. Ancak acaba Sümerler’in Türklüğünü başka delillerle de kuvvetlendirmek mümkün olabilir miydi? O dönemden bugüne kadar yapılan çalışmalar gerek filolojik, gerek antropolojik ve gerekse teolojik açılardan Sümerler’in Türklüğüne şüphe bırakmamıştır. Çünkü yapılan antropolojik araştırmalar, Sümerler’in Türkler gibi orta boylu ve yuvarlak kafalı bir kavim olduklarını ortaya koyduğu gibi, arkeolojik eserler üzerinde de onlar yuvarlak kafalı, orta boylu ve geniş omuzlu olarak tasvir edilmişlerdir. Çok tanrılı bir din sistemine sahip olan Sümerler’de üç büyük tanrı ön plâna çıkmaktadır. Bunlar; Anu, Enlil ve Ea’dır. Bu üç büyük tanrıdan Anu, Gök Tanrı’dır. Sümerler en çok bu tanrıya rağbet etmişler ve ona daha yakın olabilmek için yüksek tepeler üzerinde onun adına mabetler inşa etmişlerdir. Unutmayalım ki, Türkler de İslâmiyet öncesinde Gök Tanrı’ya taparlardı. Bütün bunlar bir yana, onlar iklimi sıcak bir bölgede yaşamalarına rağmen, eski bir alışkanlığın devamı olarak koyun yününden yapılmış elbiseler giyiyorlardı. Bu durum, Sümerler’in iklimi sert ve yüksek bir memleketten gelmiş olduklarına işaret eder ki, bu memleket de, hiç şüphesiz Orta Asya idi.  

            Sümerler, MÖ. 3500’lerden 2500’lere kadar uzanan yaklaşık bin yıllık zaman dilimi içerisinde çok şeyler yaptılar ama bir şeyi yapamadılar: Şartlar son derece müsait olmasına rağmen merkezî anlamda büyük bir devlet kuramadılar. Birbirine rakip şehir devletleri halinde yaşamayı tercih ettiler.

            MÖ. 2500’lerden itibaren Mezopotamya toprakları yeni bir kavimle tanıştı. Bu kavim, Arabistan çöllerinden gelen Sami orijinli Akkad kavmi idi. Bugünkü Arapların en eski ataları olarak kabul edilen Akkadlar, çok geçmeden Sümerler’in yapamadığını yaptılar ve tüm Mezopotamya kentlerini egemenlikleri altına alarak merkezî bir devlet kurdular. MÖ. 2350–2150 yılları arasına tarihlenen bu devlet, dünya tarihinin bilinen ilk sömürgeci imparatorluğudur. Çünkü Akkadlar, devletlerini kurduktan az sonra Mezopotamya toprakları kendilerine yetmediği için, komşu ülkeleri istilâ etmeye başlamışlardı. İstilâya uğrayan ülkelerden biri de Anadolu idi. Akkad imparatorlarından Naram-Sin’e ait Şartamhari metinlerinde, adı geçen kralın, MÖ. 2200’lerde Sedir ormanlarını (Amanoslar) ve Gümüş dağlarını (Toroslar) aşarak Anadolu’ya girdiği ve Hatti kralı Pampa’nın liderliğindeki 17 şehir kralının oluşturduğu koalisyona karşı savaştığı anlatılır. 

            Şartamhari metinlerinin Hattuşaş arşivinde ele geçirilen kopyasının (KBo III, 13) ilk 7 satırı kırık olup, 8. satırdan itibaren, metin şöyle devam etmektedir:

8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler.

9. GUŞUA kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu

10. Uluwi (Ullama) kralı Lupanailu, sonra …kralı …inmipailu

11. Hatti kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani, …kralı Nur-Dagan

12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki

13. Armanu kralı Mudakina, Sedir dağları kralı İşgippu

14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda

15. Türkî kralı İlşu-Nail, Kurşaura kralı Tişkinki

16. Toplam 17 kral, ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum.

17. Hurilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (tanrılara) şarap takdim ettim.

18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavemet etmedi.   

            Metnin çok bozuk olan arka yüzünde, geceleyin düşman karargâhına bir baskın yapıldığı ve onların yenilgiye uğratıldığı anlatılmakta, alınan ganimetlerden eksik cümleler halinde bahsedilmektedir.

            Görülüyor ki bu metin, Anadolu kökenli olmamakla beraber, Anadolu hakkında bilgi veren en eski yazılı vesikadır. Bu metinden anlaşıldığı kadarıyla, MÖ. 3. Binyılın sonlarında Anadolu’da büyük bir devlet yoktu. Ancak her şehirde küçük bir krallık hüküm sürüyordu. Aralarında hakimiyet mücadelesi yaptıklarına şüphe olamayan bu şehir devletleri, dıştan gelen tehlikeler karşısında, içlerindeki en güçlü şehir kralının liderliği altında birleşerek tek bir güç halinde mücadele etmesini de biliyorlardı. Gerçekten, bu vesikada da belirtildiği üzere, Akkad imparatoru Naram-sin, 17 Anadolu kralının oluşturduğu koalisyona karşı savaşmış ve onları mağlup etmişti. Bu krallardan biri de metnin 15. satırında geçen Türkî kralı İlşu-Nail’di. Burada geçen “Türkî” kelimesinin TÜRK olduğuna şüphe olmadığı gibi, İlşu-Nail ismi de kulağa pek yabancı gelmemektedir.

            Demek ki, günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’da değişik ırklardan muhtelif kavimler yaşamakta olup, bunlardan biri de Asya kökenli Türk kavmi idi.

            Öyle sanıyoruz ki, MÖ. 3500’lerde Sümer Türkleri Mezopotamya’ya yerleşirken, muhtemelen aynı tarihlerde Kafkaslar üzerinden gelen bir başka Türk kütlesi de Doğu Anadolu’ya yerleşerek burada bir şehir devleti vücuda getirmişti ki, bu, yukarıda adı geçen Türkî Krallığı idi. Ancak, MÖ. 4. ve 3. Binyıllarda Anadolu’da yazı mevcut olmadığı için, bunların yaşantıları hakkında yeterince bilgi edinemiyoruz. Bereket versin ki, yukarıda sözü edilen çivi yazılı metin (KBo III, 13), hiç değilse MÖ. 3. Binyılın son çeyreğinden itibaren Anadolu’nun siyasal yaşantısına, bu arada dolaylı olarak Anadolu’daki Türk varlığına da ışık tutmaktadır.

            O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Anadolu, 26 Ağustos 1071’de kazanılan Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk yurdu olmuş değildir. Türkler, günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’ya yerleşerek, bu toprakları kendilerine yurt edinmişlerdir.

            Şu noktayı da özellikle vurgulamak istiyoruz: Biz eğer Anadolu’yu, Malazgirt Zaferi’nden sonra yurt edindiğimiz şeklindeki eski bilgileri durmadan tekrar eder ve binlerce yıldan beri bu toprakların bize ait olduğu gerçeğini görmezlikten gelirsek, Rumlar ve Ermeniler başta olmak üzere, pek çok Türk düşmanı ortaya çıkar ve bize: “Mademki siz Anadolu’ya sonradan geldiniz, o halde geldiğiniz yere (Türkistan/Orta Asya) defolup gidin” diyebilirler. Bu tür yanlışlıklara düşmemek için, tarihimizi çok iyi bilmemiz ve yeni araştırmaları mutlak surette gözden geçirmemiz gerekmektedir.

 
"TÜRKLERİN ANAYURDU ANADOLU'DUR"

 

Prof. Dr. Ekrem Memiş, Türkler'in Anadolu'ya Malazgirt Zaferi'yle girdiği ve bu zaferle Anadolu'nun 1071'de el değiştirdiği iddiasına karşı çıkıyor...

Arkeolojik buluntular ve bilgi, belgeler Anadolu'ya 1071 Malazgirt Zaferi'yle girilmediğini ortaya çıkardı. Anadolu'ya Malazgirt Zaferi'yle girildiği yanlışını düzeltmeye çalışan Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ekrem Memiş, "Anadolu Türkler'in ikinci yurdu değildir. Anadolu Türkler'in anayurdudur. Anadolu'da bundan 8 bin yıl önce de Türk devletinin varlığı belgelerle kendini gösteriyor. Bu yanlış öğrencilere öğretiliyor" dedi.

ÇİVİ YAZILI METİNDEKİ TÜRK KRALI

Bugün Gazetesi'nin haberine göre; Memiş, tezini belgelere dayanarak şöyle anlattı: "Elimizdeki metinler M.Ö.2 bin 200'lere ait bir olayı anlatıyor. Akat Kralı Mezapotamya'dan gelmiş. Fırat nehrini geçmiş ve Anadolu'ya geçmiş. Anadolu'da o zaman küçük küçük şehir devletleri var. Bu küçük şehir devletlerinden 17'si Hatti Kralı Pampa'nın önderliğinde bir araya gelmişler ve Akat Kralı'na karşı vatanlarını korumak için mücadele etmişler.

Bu 17 kraldan biri de çivi yazılı metnin 15. satırında geçen Türki Kralı İlşu-Nail'di. Burada geçen Türki kelimesinin Türk olduğuna şüphe yok. 2 bin yıl da buradan koyduğumuzda 4 bin 250 yıl önce Anadolu'da Türk kavmi olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor."

8 BİN YILLIK GEÇMİŞİ VAR

Memiş, bu Türk krallığının da Hurri isimli bir kavimden geldiğini belirterek, bu kavmin M.Ö. 3. binde yaşadığını ve dillerinin Türkçe ile aynı dil grubuna girdiğini söyledi. Türki krallığını oluşturan grubun bu kavimden geldiğini ileri süren Memiş, çok geriye gidildiğinde kavmin soyunun 6 binlere dayandığını anlattı. Memiş, “2 bin de milattan sonraki dönemi eklediğinde 8 bin yıllık geçmiş ortaya çıkıyor" dedi.

KÜLTÜRLERDE KOPUKLUK YOK

Yazılı metinlerden Hurriler’in geçmişlerinin 3. bine gittiğini kaydeden Ekrem Memiş, “Fakat işin bir de arkeolojik boyutu var. O günden bu güne gelen bir 3 kültür var. İlki neolitik köy kültürü. Onu takip eden 5 binlerde kalkolitik kültür var. Köylerin yerini şehirlere terk ettiği dönem. 3. dönem ise eski tunç çağı. Şehir kültürünün tamamen oluştuğu dönem. Bu üç kültür arasında hiçbir kopukluk yok. Bu kopukluğun oluşmaması kavmin değişmediğine işaret ediyor” dedi.

TÜRK ADINI TAŞIYAN iLK DEVLET: TURKiLER

Ekrem Memiş, Huriler'in Anadolu'nun doğu bölgelerinde yaşayan en eski sahiplerinden biri olduğunu ve Anadolu'nun Türkün ikinci vatanı olmadığı, hatta anayurdu olduğunu söyledi. Göktürk Devleti'nin de ilk Türk adını taşıyan devlet olduğu tezini de çürüten Memiş, Hureler'in devamı olan ve M.Ö. binlerde yaşayan Türki Krallığı'nın Türk adını taşıyan ilk devlet olduğunun altını çizdi.

YETKİLİLER KULAK VERSİN

"Türk tarihini Hunlar'la başlatıyoruz. Hunlar Orta Asya'da büyük bir devlet kurmuşlar ama ilk değiller. Yetkililerin bu serzenişe kulak vermesi gerek. Çocuklarımıza yanlış bilgiler veriyoruz. Biz buralara sonradan gelmedik. Hep vardık. Bu toprakların o tarihlerden bu yana bizim olduğu gerçeğini görmezlikten gelemeyiz. Ders müfredatlarına bunlar işlenmeli" diyen Memiş, yeni araştırmaları gözden geçirmek gerektiğini belirtti.

 
2. ULUSLARARASI AVRASYA ARKEOLOJİ KONGRESİ 13 -18 Nisan 2009 - KARS

 
  

ICEA 2009’un anakonusu “Doğu Anadolu ve Kafkasya Bronz Çağı Kültürleri”dir. Doğu Anadolu ve Kafkasya Bronz Çağı kültürleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili, arkeolojik, tarihsel, dil ve etnik kültürel, edebî, siyasal, ticarî her türlü konu ICEA 2009’un ilgi alanı kapsamındadır.

Devamını oku...
 
Turgut (Muğla-Yatağan) Beldesine Osman Hamdi Bey Müzesi yapılması istendi


Osman Hamdi Bey'in Muğa Yatağan'daki Evi

 

Türkiye'de müzeciliğin öncüsü olan Osman Hamdi Bey'in ilk arkeolojik kazılarını gerçekleştirdiği Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Turgut beldesinde yaşadığı evin müze haline getirilmesi önerildi.

Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tırpan, restorasyonu tamamlanan Osman Hamdi Bey Evi'nin müze olmasını istediklerini bildirdi.

Lagina (halk arasında: Leyne) Antik Kenti'ndeki kazılarda bulunan eserlerinin muhafaza edilebileceği bir yer olsun istediklerini anlatan Prof. Dr. Tırpan "Taşınamaz mimari eserler var, bunlar taşınıp başka bir yere de götürülemez ve götürülmesi yasak. Çıkardığımız eserleri bir yerde muhafaza etmemiz lazım. Bu amaçla kullanılabilecek en güzel alan Osman Hamdi Bey Evi'nin bahçesi" dedi. Söz konusu alanın teşhire açık etnografik eserlerle daha çekici hale getirilerek, kültür turizmine kazandırılabileceğini kaydeden Prof. Dr. Tırpan "Osman Hamdi Beyi Lagina'dan ayırmaya imkan yok. Buradaki ilk kazıları 1893 yılında o başlatmış. Biz ondan 100 yıl sonra başladık, bu proje hayata geçerse onun anısını da yaşatmış olacağız. Müze aynı zamanda bir 'Osman Hamdi Bey Müzesi' olsun istiyoruz, ona ait eserler de müzede sergilensin" diye konuştu.

Osman Hamdi Bey Leyne kazıları için geldiği Muğla'nın Turgut beldesindeki evinde 2 yılı sürekli olmak üzere 17 yıl yaşadı.  'Zeybek pusuda', 'Zeybekler oynuyor' gibi ünlü tablolarını burada yapmıştır.

 
BOSNA'DA PİRAMİTLER

Avrupa’nın İlk Piramidi Tepenin Altında

Avrupa’nın İlk Piramidi Tepenin Altında
Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna yakınlarında, altında Avrupa’nın ilk piramidinin yattığı düşünülen dağın kazılmasına devam ediliyor. Kazı çalışmalarına katılan Mısırlı jeoloji ekibi, dağın gerçekten de bir piramit barındırdığını düşünüyor. Mısırlı uzman Dr. Ali Abdi Alla Barakata, piramidin Mısır’dakilerden farklı daha arkaik bir formu olabileceğini ifade etti.


Mısırlı jeolog Dr. Barakata, piramitler ülkesi Mısır’dan Bosna’daki kazı çalışmalarını inceleyen ilk uzman. Barakata, toprağın altından çıkan taşların yapısının antik piramitleri andırdığını vurguladı.

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Samir Osmanagiç, başkent Saraybosna’nın 40 km dışındaki Visoçika tepesinin altında Avrupa’nın ilk piramidinin olduğunu savunuyor. 650 metre yüksekliğindeki tepenin prizmayı andıran yapısı ve kazılan bölümlerde gizli tünellerin bulunması, Avrupa’nın ilk piramidi olduğu kanısı güçlendirmişti. Osmanagiç’in ekibi genellikle amatör ve gönüllülerden oluşuyor.

Piramit Değil İddiası

Kimi uzmanlar, dağın altında bir piramit olmadığını, kazı çalışmalarının hüsranla sonuçlanacağı iddiasını dile getirmişti. Bu görüşteki uzmanlar, böyle bir piramidi inşa edecek herhangi antik bir uygarlığın Bosna Hersek topraklarında yaşamamış olduğuna dikkat çekmiş, tepenin olağandışı bir şekil olduğunu savunmuştu.

NTVMSNBC 25.05.2006

 
BOSNA'da Keşfedilen Piramitler (Güneş, Ay ve Ejderha)

 

PYRAMIDS IN BOSNIA

Bosnian-Pyramid.com

  

Pyramid of the Sun

Bosnian Pyramid of the Sun (former Visocica), with its height of over 220 meters, is one third taller than the Great pyramid of Egypt. Four sides of the pyramid are perfectly aligned with the cardinal points (North-South, East-West). Measurements made by the Geodetic Institute of Bosnia and Herzegovina suggest that northern portion of the pyramid is forming geometric feature of triangle, with equal sides of 365 meters and inner angles of 60 degrees. North side of the pyramid is oriented towards stellar north (like the Great Pyramid of Egypt), in parallel with position of the North Star.

Numerous scientific analysis suggest artificiality of the monument: satellite imagery, thermal inertia analysis that shows quick heat loss due toinner chambers and hallways; penetrating radar suggests straight passageways with 90 degrees intersections; water drainage and inner angles of 45 degrees characteristic for artificial objects. Geo-archaeological research uncovered man-made stone blocks that the pyramid walls.


Jump to Gallery

 

Pyramid of the Moon

Former Pljesevica hill represents typical step-pyramid named the Bosnian Pramid of the Moon. Initial digging uncovered the foundation, terraces, plateau on the top of the pyramid, vertical wall and rectangular structure under one meter thick layer of soil. Four sides of the pyramid align with the cardinal sides (North-South, East-West). Thermal inertia analysis shows much quicker heat-loss than surrounding natural hills. Sandstone plates and blocks are exclusive building material used by the pyramid builders. During last 100 years locals have used those plates as a "quarry".

Bosnian Pyramid of the Moon, together with Sun and Dragon pyramids form a perfect triangle with 60 degrees inner angles.


Jump to Gallery


 

Pyramid of the Dragon

Satellite images, thermal analysis and radar studies performed at the site, all independently confirming the existence of pyramid shaped architecture. So far, no excavations have been carried out at the pyramid, but preliminary geologic investigation confirmed the presence of man-made stone blocks lying beneath soil surface.

The Bosnian pyramid of the Dragon, together with the other two, Sun and Moon, form the perfect triangle with the distance of 2.2 kilometers.


Jump to Gallery
 

 

 

Network of Underground Tunnels

Initial research and local legends suggest that the whole net of underground tunnels exist under the Bosnian Pyramid Valley. Working hypothesis is that these tunnels connect all pyramids and other sites of importance. Researched area of one of the tunnel sections show intersections at 90 degrees, man-made ceilings and chambers and ventilation shafts.

Several man-made sandstone monoliths have been found with symbols that might represent first European writings.


Jump to Gallery



 

Stone Spheres

One of the greatest mysteries for archaeologists and other scientific researchers today represents the phenomenon of stone spheres. First stone spheres were found in the early 1930's in the delta of river Diquis in Costa Rica. Since then were found hundreds of stone spheres of many different sizes in different locations of the world. Many of them are built from the mineral called grandiorite that is very firm. Bosnian stone spheres phenomenon was actualized in 2004 when Mr. Semir Osmanagic and his team of independent researchers and historians found few stone spheres in Bosnia and Herzegovina.

First Bosnian stone spheres were found near Banja Luka. There has been found either the biggest stone sphere in Bosnia and Herzegovina whose construction was probably interrupted in one of its phases, so that the stone sphere seems not finished, which means that rough and by its outfit it is distinguished from unwritten rule that says that all stone spheres were glazed at the end of their construction.

Going further more locations with stone spheres have been discovered. In the place of Teocak were found 8 stone spheres that were built from granite, while in the settlement Ponikve near the town Vares was discovered an irregular shaped stone sphere that was probably formed by magmatic rocks. The stone sphere of Ponikve weighs about 4 tons. In the village of Zlokuce, near town Kakanj, there are few stone spheres that have the same mineral composition and also few elongated stone megaliths for which people during thepast attributed magical healing powers. A small stone sphere is kept in the library of Franciskan Monastery in Kraljeva Sutjeska near Kakanj. Stone spheres were also found in two locations of neighboring Maglaj - in the village of Jablanica and on the hill Cikota.

In the settlement Grab near Zavidovici has been discovered another location with the greatest number of stone spheres ever found in Bosnia and Herzegovina. On that location were found tens of stone spheres that were moved by clueless villagers to other locations. Today, there are about 15 unharmed stone spheres and either about 20 half-spheres. Their diameters vary between 50 cm and 2 m. The origin of these stone spheres is not known till these days, but there are few stories that people retell.

 

Legends concerning the formation of stone spheres in Zavidovici

The most interesting legend concerned to the stone spheres is certainly the one that narrates about an inundation occurred in 1936. The legend says that the day was dark as night, and it was pouring with rain so much that the brooks and rivers left their beds and the inundation brought stone spheres to the place where they were discovered many years later by researchers Semir Osmanagic, Jovo Jovanovic and Ahmed Bosnic listening to stories and legends of local inhabitants.

The other legend about the origins of stone spheres narrates the crash of wedding guests. Villagers say that the place where the stones spheres are found was the place where wedding guests crushed each other, stoned themselves, and became stone spheres. The legend, as strange and unbelievable it may sound, may be a story filled with metaphor in order to describe the creation of the stone spheres.


Jump to Gallery